Radyodan sesleniyorum sana,
Sesim cızırtılı gelebilir, aksilik işte olağanüstü bir hal var.
Pekâlâ, uzatmayalım, ortada bir savaş var.
Hangisi olduğunu sende, bende kestiremiyoruz.
Nehre yakın bir bölgedesin, görevin düşman askerini izlemek.
Gençler, çocuklar, yaşlılar, herkes bir köprüyü kullanıyor
işgalden kaçmak için.
Gece çöküyor, çukurlar doluyor.
Farklı bir ses: Gecenin işçileri nerede?
Dış ses: Kayıplar, belki göçmüş kediler bahçesindelerdir, o da Karasuyla beraber göçtüler diyor.
Onu def ediyorsun, o bu öyküye ait değil. Konu da bu değil.
Soruyorsun yabancıya, nereden geliyorsun?
Uzaklardan, diyor.
Uzakları ne zaman bıraktın, diye soruyorsun. Bu adam ilginç
gelmeye başlıyor sana.
Çizmeyi bıraktığım zaman, diyor.
Ne çizersin?
İnsanı.
Nasıl?
Düşündüğünün aksine.
Bu adam ihtiyarlamış diyorsun
Üçüncü perdeyi delip geçiyorsun,
Bizlere doğru bir bakış atarken
Fırçalarım, tablolalarım ne olacak, diye soruyor sana.
Asırlar sonra bir koleksiyoner satın alacaktır, diyorsun.
Ötekilere, diyor.
Ötekiler kim, diyorsun.
Ayna önündeki kız, Üç müzisyen, Yaşlı gitarist, Ağlayan kadın, onlara ne olacak? Diye soruyor sana.
Yeter! Diye sana sesleniyorum. Ortada perde merde kalmıyor artık.
Öyküyü parçalayıp geçiyorum.
Bu ihtiyar adamın sayıklamalarını daha fazla dinlemek
istemiyorum.
Baksana faşistler şimdiden yolu yarıladı. Kaçsan iyi edersin dostum.
Senin işinde kolay değil, kolay değil hani cephede allahın her günü savaşmak.
Bir de grip olmuşsun,
ispanyol
gribi.