Şiirde Biçim ve İnsan Sadece Bir Arayış mı? - Önder Karataş

Şiir kavramının dil dışı bağlamlardan beslenerek biçim ve içerik edindiği görüşü mekanik ilişkiyi aşan alt başlıklara tamamlanır. Zira estetik kavramı; doğada kendi halinde yer tutmaz. Burada şairin mekanik gibi görünen bireysel yaratıcılığı, üretim ve tüketim ilişkilerinin alt yapısını oluşturduğu  ve şairin dâhil olduğu- sosyolojik durumdan bağımsız değildir. 

Sözü edilen “bağımsız olmama” durumu elbette ki şiiri pozitif bilimler çerçevesine sıkıştıracak boyutta anlaşılmamalı. Burada bir bağdan söz edilecekse; hâlihazırdaki dilsel deneyimler, sanatsal alanda yeniden biçimlenerek, farklı sanatsal araçlar ve söylemler yoluyla yaşama geri taşınır. Dolayısıyla sanatsal alan ile yaşam arasında atardamar ve toplardamar biçiminde ilişki yönlerinin olduğu varsayılabilir. Bu ilişki karşılıklı olarak sürekli sonsuz halkalar şeklinde ve değişken hızlarda yaşanır.  

Verilen örnekte; biyolojide geçerli olan kirli kan, temiz kan mekaniği şiir alanında başka biçimde yaşanır. Dahası, değişken türde ilişki biçimlerinden söz etmek de mümkündür. Yaşam alanındaki dilsel deneyimler şiir alanında mutlak olarak süzülmez. Şiir; dilsel deneyimleri saflaştıran değil, bulandıran bir etkinliğe de dönüşebilir. 

Her iki durumda da dilsel deneyimler estetik ve siyasal dayanaklarla yeniden biçimlenme imkânına kavuşur.  

Estetik ve politik durumun şiddeti ile şiirin dokusu arasında zorunlu olarak kurulacak ilişkide şiir, edilgen bir tür olmaktan çıkarak avangart biçimini kazanır. Zira bu türde şiir; yer aldığı zaman ve mekânın şuurunu elden bırakmaz. Bu sınırlara dâhil koşullarını kavrayarak estetik alanını genişletmeye girişir. Burada açığa çıkan çatışma fazlasıyla sanatsal şiddet içerir. Bu şiddetin temelinde tarihsel “uzlaşmaz çelişki” yer tutar. 

Şiirin estetik dilsel dayanıklılığı tam da bu koşullarda belirir. Bu aşamada ölçüt, dikine bir inat değil yaşama geri taşınmadaki kesintisiz devrimci etkidir. Tarihsel yıkımların, şiir ve diğer sanat türleri ile siyasal dinamiklerinin eş zamanlı hareketiyle karşılandığı oranda devrimleri doğurduğu gerçekliği ise bu dayanıklılığı koşullar ve teyit de eder. 

Gerçek, şiiri dayanıklı kılar. Gerçek ile estetik arasında bir ikame ilişkisi kurmak, ilkel çağ büyücülerinin insan bilincini çelen “ölü söylemi” ile benzeşir. Oysa gerçeklik, estetik ve bilinç (insan) kavramları üzerine inşa edilen şiir gölgesizdir. Arka palanını görünmez kılmak yerine köklerini açıkta bırakarak anlaşılır olmayı, insan bilinciyle üst eşiklerde buluşmayı önceler.

Yanılgı, şiiri belleklerden siler. Yakın tarihte birbirinden ayrışan yönleriyle beliren belli başlı akımlar değerlendirildiğinde, dilsel bellekte kalıcı yer tutma durumunun bir piramidin tersi biçimdedir. Neredeyse iki akımsal varoluş ile belleksel hacim arasında şiddetli bir ters orantıdan söz etmek mümkündür. 

Sovyet düşünür Mihail Bahtin; “roman gelişmeyi sürdüren, henüz tamamlanmamış tek türdür”(*) demektedir.  

“Bu türlerin (diğer türler kastediliyor – YN) tarihteki yaşamları, başka bir deyişle, bildiğimiz, aşina olduğumuz yaşamları, sertleşmiş, artık esnek olmayan çatılarıyla çoktan tamamlanmış türler olarak sürdürdükleri yaşamdır. Bu türlerin her biri, edebiyatta otantik bir tarihsel güç olarak işleyen kendi kanonlarını geliştirmişlerdir.” (**)   

M.Bahtin’in görüşlerinde diğer türler ve şiir için tümden “tarihin sonu” gelmiş değildir. M.Bahtin’in görüşleri incelendiğinde tamamlanmamış (aynı zamanda kanonlaşmamış) bir tür olarak romanın, diğer türlere kendi deneyimlerini sürekli aktardığı tespit edilir. Daha da açık ifade edecek olursak diğer türlerin -ve şiirin- roman öğeleri ile beslenme olanaklarını değerlendirir. Burada kimi edebiyat kuramcılarının görüşlerinin aksine “ekoller ve eğilimler” arasındaki yaşam mücadelesi ikincil veya üçüncül bir karaktere dönüşür. Aslında M.Bahtin’de, gelinen aşama diğer türlerin romanlaşması olarak görülür. 

Ülkemizde Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları, Kuvayi Milliye Destanı, Şeyh Bedreddin Destanı gibi özgün örnekler epik öğeleri belirgin olmakla birlikte, “romanlaşmış şiir” görüşüne uygun örnekler olarak görülebilir.  

Nazım Hikmet sonrasında bu türden bir şiir deneyiminin benzer ölçekte yaşanmamış olması, yakın tarihin şiir ekollerinin “abartılı kanonlaşma” eğilimleriyle de açıklanabilir.  Zira yakın tarihten günümüze kadar şiirde kimi öğelerin sökülüp atılması veya aksine eski biçimlerin geri çağrılarak güncellenmesi zamanla “zorunlu biçimler” kertesine sıkıştırılmıştır. Tarihin akışkanlığı, şiirde kanonlaşmayı akla aykırı bir alana sürükler.  Bu açıdan “zorunlu biçim” eğilimleri şiirde dilsel genişleme yerine hem dilsel, hem de biçemsel daralmayı dayatır.


“Kalktı tiren. 

 Sağda bozkır ağaçlanmıştı. 

 Akasyaydı çoğu. 

 Korkak, kuşkulu ve tereddütlüydüler.

 Halbuki cesurdur akasyalar

 ve kanaatkarlıkta geçtikleri halde develeri

 bu toprakta tutunabilmek için 

 Ankara’da bir müteahhit kadar para yemişti her biri. 

 Mahkum Halil’in böyle düşünmesine rağmen  

 mahkum Fuat memnundu akasyalardan.” (***)  


Verilen örnekte, nesnelerin dahi diyalogda kişileştiği bir deneyim gözetilir. Şiirde Türk ticaret burjuvazisinin ekonomi politiğine kadar uzanan metaforik sezdirmeler göze çarpar. Burada M.Bahtin’in görüşündeki romanın doğuşu ve gelişiminin şiirin de yapısında ideolojik, sosyolojik, psikolojik estetik olanaklar sağladığı görülür.  

Günümüzde şiirde üretici güçler ve okuyucu açısından bir daralmadan söz etmek mümkün. Yeni bir şiirin mayalanma sürecinde olduğunu söylemek için epey erken olsa da çağımız toplumsal değişim ve şiddetli kırılmalarının şiir alanına doğru şiddetli etkilerini beklemek akla yatkın görünüyor. 

M.Bahtin görüşünde de beliren çokseslilik, sahicilik, özgürlük, değişken estetik biçim ve biçem kavramları şiirde yeniden ele alınabilir mi? 

Şiirin de yeni olanaklarla değişerek tamamlanmamış bir türe dönüşme eğilimleri ve bu eğilimlerin güçlü dinamikler biçiminde açığa çıkma potansiyeli düşünülürken Bertolt Brecht’in biçim üzerine söylediklerini hatırlamakta fayda vardır; “biçimler toplumsal işlevlerinden ayrılamaz, onlardan bağımsız olarak kabul edilemez ve reddedilemezler.” (****) 

   

(*) Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, S 155, Ayrıntı yayınları,

(**)  A.G.E   S 156 

(***) Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, Adam yayınları, S 244

(****) Prof. Dr. Onur Bilge Kula, Makale, Bertolt Brecht: Biçimcilik Üzerine Notlar